Türkiye Tarihi
Türkiye’nin tarihi az Türklerle başlamıyor, Anadolu’daki uygarlıklar varken Türkler Orta Asya’da yaşamaktaydılar. Bu durum 1071’de değişiyor, daha önce de büyük Türk ordular Avrupa veya Batı tarafa doğru göç etmiş olsa da, 1071’de ilk defa kalıcı bir devlet sağlayabilen Selçuklu Türkler Anadolu’ya giriş yapıyor.
Selçuklulardan önceki Türkler, misal Hunlar, kısa sürede büyük imparatorluk kurabilmiş olmalarına rağmen düzen ve devlet kurmadıkları veya daha doğrusu kuramadıkları için kısa sürede yıkılıp tarihten silinmiştir. Bu dediğim gibi Selçuklular ile değişiyor.
1071’de Anadolu’ya giriş yapan Türklerin lideri Alparslan, Selçuk Bey’in torunu olarak kendisine “Selçuklu” diye hitap etmeye başlamıştır. Bu kesinlikle bir etnik veya kültürel kimlik değildi. Selçuklu Türkler ve Osmanlı Türklerin arasındaki fark bir hiç idi. Selçuklu Türkler nasıl Selçuk Bey’in izinden giden Türkler ise, Osmanlı Türkler Osman Bey’in izinden giden ve sonunda Osmanlı İmparatorluğu kuran Türkler idi. Her iki terim de etnik bir kimlik içermemekte.
1071’de Anadolu’ya giren Selçuklular direkmen Bizans ordularla karşı karşıya gelmiştir. Bu büyük savaşta, tarihimize Malazgırt Savaşı (Hollandacası Slag bij Manzikert) olarak geçmiştir. Daha hala 26 ağustos’ta bu zafer Türkiye’de kutlanır, Türk tarihine önemi ise çok etkiliyici idi. Bizanslar Anadolu’da ilk defa bu boyutta bir yenilgi ile karşı karşıya gelince, bundan bir daha düzelemediler. O zamanki en büyük ordulardan biri ile savaşa çıkan Bizans İmparatoru Romanus, bu 100.000 askerlerin bir çoğunu kaybederek Alparslan’a esir düşmeyi başarmıştır.
Önemli olan bu savaşta bir kaç konu daha dikkatinizi çekmesi lazım, Romanus’un ordusunun büyük bir kısmı da Türk idi. Çoğu Peçenek, Bulgar, Tatar kavimlerden gelmiş olan bu Türkler kiralik asker olarak Romanus için savaşmayı kabul etmiştir fakat savaş günü hepsi Selçuklu Türklere geçiş yaparak Romanus’un yenilgisinde büyük bir payları olmuştur. Alparslan’ın ordusu sadece 65.000 iken bu Türklerin katılmasıyla 120.000’i aşmıştır. Türklerin taraf değiştirmesi ile ilgili farklı tezler olsa da, büyük ihtimal kiralık asker olmayı kabul ederken düşmanın da Türk olmasını bilmemeleri en mantıklı olarak geliyor. Çarpışacakları askerlerin de Türk olduklarını gördükten sonra taraf değiştirmeleri hem Bizans hem Selçuklu kaynaklarda galibiyet nedeni olarak gösterilmektedir. Zaten bu tür örneklerden dolayı Atatürk okul kitaplara “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” cümlesini içermesini onaylamıştır.
Dediğim gibi Romanus bu savaşta esir alınmıştır ve Alparslan’ın karşısına çıkarken bir hikaye durumu şöyle anlatmakta: Romanus Alparslan’ın karşısına çıkarılır ve Alparslan sorar “ben senin ayağına getirilseydim, bana ne yapardın?”. Romanus cevap verir “öldürüp başkentime götürüp sergilerdim cesedini.” Alparslan biraz düşünür ve der ki “ben daha beterini yapacağım, seni afedip serbest bırakacağım.”
Romanus başkentine gittikten sonra hain damgası alır ve kendi oğlu tarafından iki gözü oyanır.
Selçuklular bu zaferle Bizanslar için hayati önemli olan Anadolu’yu feth ederek şimdi ki Şanlıurfa (o zaman ki Edessa) gibi önemli ticaret merkezleri de topraklarına katmış oluyorlar. Başka önemli bir gelişme ise Selçukluların Bağdat’ı feth etmeleridir. Neden önemli diye sorarsanız; Bağdat’ta İslami lider olan halife yaşamakta. Selçuklulardan önce halifenin artık bir saygınlığı kalmamış topraklarına her bir millet el koymaktadır. Son care olarak Selçuklulardan yardım isteyen halife, apayrı bir durumla karşı karşıya kalır çünkü Selçuklular halife ünvanı kabul etmez ve geri çevirir. Halife’nin saygınlığını düzeltip kendilerini bir Türk ünvanı olan “Sultan” olarak tanıtmaya başlarlar. Dini işleri halifeye bırakarak, devlet düzenine Selçuklu Sultan bakar. Böylece dünya tarihindeki din-devlet ayrımı ilk defa burada gerçekleşir. Atatürk de zaten defalarca bu tarihi olayı met edip örnek olarak öne sürmüştür kendi laiklik sisteminde.
300 yıla yakın hüküm süren bu Selçuklular Türkler sonunda dünya tarihinin en büyük imparatorluğunu kuran Moğol-Türk lideri olan Cengiz Han’ın ordusuna dayanamayıp dağılır. Bu parçalanmada Anadolu’daki Selçuklar bir süre daha “Anadolu Selçuklu İmparatorluğu” olarak devam etmeyi başarır. Sonunda Cengiz Han’ın ordusu, yine Moğol-Türk askerlerden oluşan, Anadolu’ya da girer ve son Selçuklu devleti de çökertir. Selçukluların parçalanması ile son Selçuklu Sultanı Keykubat şimdiki Romanya-Moldovya’ya kaçar. Bu savaştan kısa süre sonra Anadolu Moğol-Türk ordusu tarafından terk edilir ve Anadolu’daki Türkler küçük devletler kurup birbiriyle çatışmaya başlar. Bu devletlerinden başında bir “bey” olduğu için, o döneme “Anadolu Beylikler Dönemi” diye hitap ederiz.
Bu karışık durumda iki beylik 13. yüzyılın sonunda gücünü genişletmeyi başardı. Biri Osmanoğulları Beyliği iken diğeri Karamanoğulları Beyliği idi, bu bahsettiğimiz Osmanoğulları Beyliği daha sonra Osmanlı Beyliği ve yine daha sonra Osmanlı Devleti olarak anılıp son olarak Osmanlı İmparatorluğu’na dönüşecektir. Osmanoğulların yükselmesini hüküm sürdükleri topraklara bağlıyoruz. Diğer Türk beylikleri birbirlerine sınır olunca, savaşlar daima Türkler arasında oluyordu. Osmanoğulları ise tek beylik olarak Bizanslılar ile bir sınır paylaşıyordu. Bu yüzden tek Osmanoğulları “cihat” çağrısı yaparak diğer Türk müslüman boyların askerlerine hitap edebiliyordu. Ayrıca Bizans şehirleri diğer Türk beyliklerden çok daha zengin olduğu için Osmanoğulları savaşlardan sonra feth ettikleri şehirlere yerleştikten sonra her zaman daha zengin oluyorlardı.
Bu sebeplerden dolayı 1299 yılında Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman ve onun torunları Osmanoğulları Beyliği’nin kurulmasına neden oldular. Osmanlılar kısa sürede Prusa, şimdiki Bursa’yı feth ederek Bursa’yı başkent yapmışlardır. O zaman büyük bir ticaret şehri olan Bursa’yı kaybetmek Bizanslar için çok büyük bir dönüş notkası oldu. Osman Gazi’den korkarak Bizans prensesini Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi ile evlendirdiler. Bu Osmanlılara diğer Türk beylikler arasında çok fazla saygınlık kazandırdı. Bu saygınlıktan dolayı çok sayıdı Türk asker diğer beyliklerden göç ederek Osmanoğulları’na katılmaya başladı. Böylece Osmanlılar Gelibolu ve Çanakkale yarımadasını kolaylık alarak Avrupa’ya açılmaya başlamışlardır. Bursa’dan sonra ikinci büyük bir kent feth ederek başkenti artık Avrupa kıtasına taşayan Osmanlılar bu feth ettikleri Adrianopel, veyahüt şimdi ki Edirne, şehrinle yine ticaretin önemini anlamışlardır. Bu ticaret ve Anadolu Türk beyliklerden aldıkları göç ile sürekli büyüyen Osmanlılar Orhan Gazi’nin oğlu Murat ile artık ‘Sultan’ ünvanı taşımaya başlamışlar. Kısa süre içinde Doğu Avrupa, özellikle Balkanları, feth ederek orada süreceği 500 senelik hükümdarlığın temelini atmıştır.
Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan, Yugoslavya gibi bölgeleri feth ederek Osmanoğulları I. Murat zamanında artık Osmanlı Devleti olarak adlandırılmıştır. Diğer Türk beyliklerden aldıkları göç asklerin gücü I. ve II. Kosova savaşlarında çok belli olarak Osmanlıların ordusunun temeli olmuşlardır. Bu Türk yörükler I. Murat’ın oğlunun döneminde büyük bir krize neden olmuşlardır. I. Murat’ın oğlu olan Yıldırım Beyazıt Osmanlıların fetihlerini devamını getirmiştir ve aynı zamanda Osmanlıların Avrupa’dan ziyade Orta Doğu’ya odaklanmasına sebep olmuştur. O zamanlar Orta Doğu’da kalan bir kaç Türk beylikleri kendine bağlamış olan Timur Gürkan adlı Türk hükümdarı vardı. Anne tarafından Cengiz Han’ın torunu olan Timur daha yeni müslüman olmuştur ve Türklüğü daha çok önem veren bir hükümdardır. Bu nedenle Türklerin yaşadığı tüm toprakları feth ederek bir Türk İmparatorluğu (veya bazı tarihçilere gore dedesi Cengiz Han’ın devletini tekrar alevlendirmek için) kurmak istemiştir. Osmanlı padişah Beyazıt’a kendisine katılmasını isteyen bir mektup gönderir ve bu mektuplaşma arşivlerde hala mevcuttur. Savaşa neden olan bu mektuplaşmanın özü ise şöyledir:
Timur Beyazıt’a ilk mektubunda iki devletin birleşmesini teklif eder, aynı (Türk) soyundan geldiklerini belirtip ona vurgu yapar.
Beyazıt ise çok sert bir cevap verir, küfürlü bir mektupta Timur’un daha sonra müslüman olduğunu belirterek onu kafir olmakla suçlar ve mektubunu şöyle bitirir: “biz Türk değiliz, biz müslümanız.”
Timur bunun üstüne son bir mektup gönderip kendisi en azından babasından ona miras kalan bir devletin başında olmadığını fakat tüm toprakları bizzat kendisinin feth ettiğini belirttir. Bir kaç ay sonra Osmanlı Devleti’nin üstüne giderek 1402 yılında Ankara’da Beyazıt ile karşı karşıya gelir. O zamana kadar hep Osmanlıları destekleyen Türk askerler savaş sırasında Timur’un tarafını seçer ve Osmanlıları ilk büyük yenilgilerine uğratır. Bu savaşta Beyazıt ve oğlu kendileri de yakalanır ve bazı hikayelere gore Timur tarafından büyük işkencelere uğratılır. Başka söylentilere göre tam tersi çok güzel bir muamele görürler ve o yüzden mektupta dediklerinden utanırlar, sonuçta Beyazıt bu işkence veya utanca dayanamaz ve intihar eder.
1402’den 1413 yılına kadar Osmanlıların bir padişahı olmadığı için büyük bir sivil savaş başlamıştır. Bu 11 senelik fetret döneminden Timur da faydalanamaz ki kendisi aniden 1405 yılında vefat eder, Timur’un devletinde de oğulları arasında sivil savaş çıkınca her iki devlet de çökercesine iç savaşa sürüklenir. Timur’un devleti parçalanırken, Osmanlılar Anadolu’daki tüm toprakları kaybederler. Fakat Avrupa’daki Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan bölgelerin valileri devleti ayakta tutar. Bu nedenden dolayı Beyazıt’ın en büyük oğlu Çelebi Mehmet bu valilere dayanarak sivil savaşı bitirip 1413 senesinden itibaren Osmanlı’yı tekrar kurar. Bu Ankara Meydan Savaşı’ndan da büyük dersler çıkaran Çelebi Mehmet artık Osmanlı ordusunun çoğunluğunu 1402’de ihanet eden Türklerden değil Balkan’lardan devşirdiği hıristiyanlardan oluşturur. Bu dönemden sonra Yeniçeri Ordusu ve Devşirme sistemi daha büyük çapıda gerçekleşir. Devşirme dediğimiz Balkan’lardaki hıristiyan erkek çocukları 8-9 gibi ufak yaşta alıp müslümanlaştırıp asker olarak eğitmektir.
Çelebi Mehmet’in bu düzeni ile Osmanlılar tekrar güçlenir ve Mehmet’in oğlu II. Murat başa geçer. Bu dönemde tüm Anadolu’yu kendi himayesine getiren Osmanlılar Timur’u destekleyip onlara ihanet eden Türkleri Balkan’lara sürgün eder. Bu yüzden bugüne kadar Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya gibi ülkelerde hala çok büyük bir Türk azınlığı mevcuttur.
II. Murat’ın oğlu belki en çok tanılan padişahtır, Fatih Sultan II. Mehmet 1453’te 21 yaşında Bizansların başkenti olan Constantinopolis’i feth ederek Osmanlı Devleti’nin yeni başkenti yapmıştır. Burada farklı azınlıklar için kiliseler kurup Ermeni Patriği, Rum Patriği gibi dini liderler atamıştır. Böylece Osmanlı Devleti’nin azınlıkları büyük haklara sahip olmuşlardır, örneğin kendi kilise-dernek-vesayre kurumları kurma hakkı tanınmıştır. Karşılığına bu kuruluşları ödeyebilmek için sadece biraz daha fazla vergi ödemeleri gerekiyordu. Ayaklanmaları mümkün olmasın diye ayrıca silah taşımaları yasak idi, zaten Osmanlı ordusu Yeniçeri ve müslümanlardan oluşuyordu. Başka önemli bir hak ise bankacılık, ticaret ve elçilik görevleri idi, bu özellikle Rum-Ermeni ve Yahudi azınlıklara çok büyük zenginlikler getirmiştir. Hemen hemen tüm bankacılar, ticaretçiler ve elçiler bu gruplardan oluşmasının üç nedeni vardı. Müslümanların çoğu asker idi, islamiyet’te faiz-vergi gibi karlar yasaktı ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde Yahudi, Rum azınlıklar olduğu için dil açısından daha kolaydı.
Bu azınlık vurgusu Osmanlı Devleti’nde “millet” sistemi olarak biliniyor, kendi kiliseleri vesayre kurumları vardı ve bu yüzden ‘Osmanlı Devleti’nin içinde bir millet’ olarak adlandırılmışlardır. Fatih Sultan Mehmet’in getirdiği başka yasalar ise Bizanslardan öğrendiği yasalardır. Örneğin vergi sistemi, bürokrasi ve kardeş katil yasaları bire bir Bizanslardan alınmıştır. Bu düzen Osmanlıların yükselişine neden olmuştur, ayrıca Bizansların yok olması bir çok Bizans bilim adamların Avrupa’ya göç etmesine sebep olmuştur. Bu bilim adamlar Bizans ve Osmanlı bilimini Avrupa’ya taşıyarak Rönesans dönemini başlatmış oldular. Bu dönemde Avrupa Bizans ve Osmanlı teknolojiyi geliştirip sonunda Osmanlıları bilimde geçmiş oldular.
Dediğim gibi Fatih Sultan Mehmet ile Osmanlılar’da büyük bir yükseliş başladı, bunu Fatih Sultan Mehmet’in oğlu II. Beyazıt devam ettirdi. 1492’de İspanya’da büyük işkence gören müslüman ve yahudi halkını Osmanlı Devleti olarak sahip çıktı. Savaş tehditleri ile İspanya’ya bu işkencelerin durdurulmasını istedi ve aynı yıl Osmanlı gemiler oradaki müslüman ve yahudi halkını gemileri yükleyerek Kuzey Afrika, Selanik ve İstanbul’a götürerek hayatlarını kurtarmış oldular. II. Beyazıt’tan sonra oğlu Yavuz Sultan Selim Avrupa’dan ziyade Arap yarımadasına yönelip hicaz bölgesini ve Kuzey Afrika’yı feth etmiştir. Böylece Mısır’dan Fas’a kadar Osmanlı hükümdarlığın veya himayesinin altına geçmiştir. Yavuz Sultan Selim ayrıca Irak ve İran toprakları feth etmiştir, burada ilk defa Osmanlılara karşı gelen alevi azınlığı ayaklanmıştır. Bunun nedeni İran’daki şahların da şii veya alevi olmasıdır, bu savaşta büyük yenilgilere uğrayan İran şahlarına destek etmek amacıyla ayaklanan aleviler Yavuz Sultan Selim tarafından vahşice bastırılmıştır. Yavuz Sultan Selim’in tüm hükümdarlığı sefer ve savaşlarla geçmiştir, bu yüzden oğlu Kanuni Sultan Süleyman Osmanlı Devleti’ni kanunlaştırıp daha düzenli bir hale getirmek istemiştir. Getirdiği kanunlar, zaten o yüzden ‘Kanuni’ ünvanı almıştır, şeriatı bir çok konuda kısıtlamıştır ve böylece aleviler gibi azınlıkların gönlünü almıştır. Bunun yansıra Kanuni Sultan Süleyman tekrar Avrupa’ya odaklanıp bir çok ülke ile diplomatik ilişkiler başlatmıştır. Fransa ve o zaman kurtuluş mücadelesi veren Hollanda ile irtibata geçmiştir, aynı zamanda Kutsal Roman İmparatorluğu (veya diğer adı ile Habsburg Devleti) ile savaş haline gelmiştir. Bunun üstüne onların başkenti olan Viyana kentini kuşatmıştır. Kışın gelmesi ve büyük bir vergi antlaşmasından dolayı kuşatma 1529 yılında kaldırılmıştır. Viyana ise Osmanlı Devleti ile sınır kenti olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra gelen padişahlarda bir düşüş, daha doğrusu savaştan geçilmiş gibi bir hal görünmekte. Bu yüzden Fatih Sultan Mehmet’le başlayan yükseliş dönemi Kanuni Sultan Süleyman ile biter. Osman Gazi’den Fatih Sultan Mehmet’e kadar kuruluş dönemi diye geçer. Bu dönemin ardından duraklama döneme başlar, bu duraklama her dalda devam eder. Padişahlar savaştan vazgeçerek kendilerini yemek, av, harem ve hatta alkol gibi zevklere verirler. Savaş ve devlet işlerini vezir ve sadrazamlara bırakırlar. 1683 senesinde VI. Mehmet Osmanlıları tekrar alevlendirmek amacıyla sınırda olan Viyana’yı tekrar kuşatır fakat papanın yardım çağrısına yanıt veren Lehistan, Fransa, Alman askerlerine ezilerek yenilir. Osmanlılar hızlı bir şekilde geri çekilmek zorunda kalır fakat ordunun büyük bir kısmını kaybetmiş durumda olur. 1529 ve 1683 arasındaki duraklama Avrupalılar’a bilim, strateji ve taktik açısından büyük avantajlar getirdiği çok belli olur. Osmanlılar 1299’dan 1683 yılına kadar yaklaşık 400 sene Avrupalılar’a karşı hiç büyük yenilgi yüzü görmediği gibi 1683’ten 1922’e kadar aynı şekilde çok nadir galibiyet yüzü görecektir.
1683 yılından sonra savaş alanında üst üste alınan yenilgiler sonucu Osmanlılar 1699’da tarihlerinde ilk defa yenildiklerini kabul ederek toprak kaybetmek zorunda kalırlar. Bu Karlofça Antlaşması’yla beraber Osmanlıların gerileme dönemi başlar. Bu 17., 18. ve 19. yüzyılda değişik padişahlar duraklama ve gerilemeye sırayla karşı gelmeye çalışır. Biri islam’a önem vererek Wright kardeşlerden yaklaşık 300 sene önce uçmayı başaran Ahmet Çelebi adlı bilim adamını ‘şeytan aleti keşfetti’ gibi bir suçlamadan sonra sürgün eder, diğeri ise Avrupa’daki modayı kopyalamaya çalışıp türban/sarık yerine fes şapkasını getirir. Fakat hiç biri milliyetçiliğin getirdiği ayaklanmaları durduramaz, sömürge peşinde olan Avrupa güçlerin yardımıyla sırayla tüm Balkan ve Kuzey Afrika ülkeler bağımsız olup kısa süre sonra Fransa, İspanya, Almanya, İngiltere veya Rusya’nın sömürgesi olur. Çareyi Avrupa gibi demokratikleşmede arayan Osmanlılar 1839’da Tanzimat dönemini başlatıp bir çok eskimiş kuruma son verir. Devşirme ve Yeniçeri ordusu kaldırılır, yerine Fransa ordusuna göre yeni bir ordu kurulur. Savaşta yine başarısız olunca, II. Abdülhamit 1876 yılında Osmanlı Anayasa getirip parlemento kurarak Osmanlı Devleti’ni Avrupa ülkesi olarak göstermeye çalışır. İki sene sonra tekrar vazgeçip anayasayı rafa kaldırmıştır ve bir şekilde ‘diktatör’ olarak hüküm sürmeye çalışmıştır. Buna karşı 1908 yılında bir grup genç Balkan Türk komutanlar silah zoruyla anayasayı tekrar geri getirttir, bu grup kendini Jön Türkler (Fransızca Jeunes Turcs) olarak tanıtır.
Bu zamanda Osmanlılar topraklarının yarısından fazlasını kaybetmiştir. Özellikle Kırım bölgesini kaybederek oradaki müslümanlar (erkek, bayan, çocuk ayrımı yapmadan) Ruslar tarafından öldürülmesi Osmanlıları şoke uğratmıştır. Daha sonra 1911 ile 1913 arasında 500 senelik Osmanlı Balkanları kaybedildi, oradaki müslümanlar da Rus-Sırp-Bulgar-Yunanlar tarafından gerçekleştirilen bir katliam kampanyasında hayatlerını kaybettiler. Kırım ve Balkanlarda tahminlere göre en az beş, fakat büyük ihtimal on milyona yakın Osmanlı (başka bir terim ile müslüman Türk) öldürülmüştür. Buna karşı gelmek isteyen Jön Türkler Almanlarla Slav milletlere karşı iş birliği yaparak Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenmiş oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda dort farklı cephede savaşan Osmanlılar sadece Çanakkale ve Irak cephelerde başarılı olmuştur. Çanakkale’de genç bir komutan İngiliz ordusunun çeyrek milyon askerini etkisiz hale getirip İngiliz tarihinin en büyük yenilgisine imza atmıştır. Bu savaşta Osmanlı Türklerin başında Liman von Sanders adlı Alman bir komutan ve henüz genç olan Mustafa Kemal adlı bir yarbay vardı. Çanakkale Savaşı’nda büyük övgüler toplayan Mustafa Kemal hızlı bir şekilde rütbe yükselirken aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nda cephede yenilmeyen tek Osmanlı komutandır. Böylece Çanakkale Savaşı’nın kazanılmasından sonra Mustafa Kemal ‘Kahraman’ lakabı alır. Çanakkele’de toplam yarım milyon askerin ölmesinle beraber doğu cephede Ruslara karşı savaşan Enver Paşa Ruslara destek çıkan Ermeni ayaklanmalarla karşı karşı gelir. Bu Ermeni çeteler yarım milyondan fazla müslüman Osmanlı’nın ölümüne neden olduğu için tehcire karar verilir. Şimdi ise bu savaşı ‘soykırım’ olarak tanıtmak isteyenler var olsa bile, bu kesinlikle yanlıştır.
1914 ile 1918 arasındaki Birinci Dünya Savaşı’nda tek yenilmeyen Türk komutanı olan Mustafa Kemal Osmanlı’nın kaybetmesini ve İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesini kabul edemeyince Anadolu’da bir kurtuluş savaşı başlatır. 1919’da başlayan bu Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal ve askerleri bir çok düşmana karşı savaşmak zorunda kalırlar. Doğu’da Sovyet Rusları, Ermeniler, Kürtler, İngilizler ve Fransızlar Anadolu’yu işgal ederken İtalyanlar, Yunanlar ve tekrar İngilizler Batı Anadolu’yu işgal eder. Kürtlerin büyük bir kısmı kısa bir süre içince Türklerin tarafını seçse de Kurtuluş Savaşı tarihe ‘Türklerin Milli Mücadelesi’ olarak geçmiştir. Mustafa Kemal saydığım bu yedi düşmanı yenerek bir de Osmanlı yandaşlarını karşısında buldu. Bunları da yenerek Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla tamamlayıp 1922 yılında Osmanlı Devleti’nin kaldırılıp 1923 senesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Böylece 1934 yılında Mustafa Kemal artık Mustafa Kemal Atatürk olarak anılmaya başlanmıştır.
Armand Sağ
10 nisan 2009
© Armand Sağ 2009
|